30 Aralık 2013 Pazartesi

şimdi ben, zamanın beni sancıya mıhladığı yerdeyim!

...ve telefon acı acı inledi
konuştuktan sonra bana şöyle dedin
onun beni düşünmesi buraya gelicek olması daha doğrusu yanımda olması bana içten içe büyük bir mutluluk veriyor!

27 Aralık 2013 Cuma

şimdi boynumda öptüğünüz her yer sokaklara dökülüyor
siz karşının polisisiniz bayım

4 Aralık 2013 Çarşamba

bi şeyler beni yerimden kaldırıp
kadıköy barlar sokağından havuza çıkan o sokağa, o kaldırıma, o duvara götürebilir
orda oturarak, soğuğa aldırış etmeden saatlerce ağlatabilir.
bi şeyler seni çok özletebilir
o kaldırımdan kıçımı kaldırmamı engelleyebilir.
buz gibi bi duvara sarılmayı denetebilir
yazında sesini aratabilir
ve bunları yaparken, yaptırırken, yıpratırken hiç sormayabilir
neden bu kadar sevdim diye
ve neden, neden ben değil, neden o? diye

27 Kasım 2013 Çarşamba

hani beraber pikniğe gittiğimiz gün vardı ya
uyumamıştın
bana gelmiştin
beraber gitmiştik deniz aşırı yerlerde kendi hakimiyetimizi kurmaya
kendi dinimizi, kendi dilimizi
o gün saçım berbat haldeydi
özensiz bir tişört ve bir de saçma sapan bi ceket giymiştim
göz bebeklerimde sen vardın
titriyordum
kalbimin şu anki çırpınışını görmek için sabırsızlanıyordum


25 Kasım 2013 Pazartesi

yeter artık bıktım anlıyor musunuz orospu çocukları,
tanrı var ve siz o değilsiniz, ben de her gün ruhumu göğüs kafesinizdeki cehenneminizde yaktığınız için ona dualar edeceğim.
lakin bi gün göğüs kafesime düştüğünüzde, işte o gün siktir olup gitmeyi planlıyorum
ben tanrı değilim orospu çocukları
sizi iyileştiremem


12 Kasım 2013 Salı

son nefesini çekmeden öldürdüm ucu bordo rujlu izmaritimi
olan, unutulup giden küllere oldu
bir beyaz tüy havalandı, sonra yere uçtu, kondu
saniye saniye toza büründü ortalık
önce pembe, mavi, yeşil
ardından kar kaplı ormandaki gölün öteki yakası aydınlandı
ne bir sokak lambası vardı ne de neonlar
yönümüzü bulamadık, ay buralarda bir yerlerdeydi.
bi sessizlik oldu, kaldırdım kafamı kaldırımlardan
parke taşlarının arasında kumlar vardı
deniz sesi hiç gelmedi
bir misk kokusunu duydum, gökte güneş yoktu
çarşaflara değdi elim, soğumuş 
bu şiirin hiç bi yerinde senden bahsetmek zorunda değilim
kırlangıçlar evlerinden kovulmuş
çatının kiremitlerinden hayal kurmuşlar kendilerine
yağmur yağmış, oluklara su dolmuş
basamakların kenarından çiçek bitmiş
perdeler kapandı, dumanı içeriye üfledim
karanlık orda bitti
Bi ara konuşup aşık olalım bayım
Baktık olmadı, buluta süreriz gidonları
Ben size bi kahve yaparım, az sütlü
Yanına bisküvi katık ederiz
Nasıl olsa geçiştirme bir sevda da bizimkisi
İşteş fiillerde tek kişilik koltuklarız

3 Ekim 2013 Perşembe

O gün'den bir anı.
Rakıyı sensiz içeyim diye...

Dışı sevda içi zindan değilim artık..



28 Nisan 2011

O günden bu güne daha koşmam gereken çok yol var. 

Silemez insan bazı şeyleri, yeniden yazması gerekir. Hiç olmamış gibi. Ben bunu yapmaya karar verdiğimde her şey için çok geçti. Bu kadar yaklaşmamıştım daha önce. Tane tane işleyip tüm taşları yerine koymuş, yukarıya çıktığımı sanmıştım. Ama önüme sadece bir taş çıkmıştı ve ben kendimi üstünde hayal etmiştim. Sadece hayal etmiştim.

Oysa belki de her şey bi taş meselesinden ya da yükselmek meselesinden başka şeylerdi. Mesele aslında, hayal edebilmekti. 

İnsan değişmez. 

Sever.

Belki sadece sevdiğinde hisseder var olduğunu, varlık vardır. Sadece his yoktur. İnsanı taştan ayıran da budur. Bi taşı alıp bi insanın kafasına attığın zaman, o zaman taşa da insana da bi şeyler hissettirmiş olursun. O zaman anlar taş taş olduğunu, insan da insan. 

Koca bir kaya gibiyim. Kumsalda koca bi kaya. Geceyle gündüzün didişmesinden ortaya çıkan rüzgarlara göğüs germiş, biraz eksilmiş, yerinde bir kaya.

Hala deniz var, hala kumsal var, hala rüzgarlar var, hala güneş var ve hala ay var. Ama ben eksiğim. Ben artık eski ben bile değilim. Eridim, kayboldum.

Kumsalda koca bir kaya.

Bir gün öyle eriyecek, öyle eriyeceğim ki belki bir gün ufak bir taş parçasına dönüşeceğim. O gün belki birinin kafasına fırlatılacağım. Ve o gün insana da değişmez bir şeyler hissettirebileceğim.

Değişmemeyi, erimeyi ve hissetmeyi. Tıpkı bir taş gibi.

1 Ekim 2013 Salı

13 yıl önce dün, yine öyle yağmurlu, bulutlu bir sabahtı. Değişen hiç bir şey olmadı. Bazı şeyler hiç değişmez. Baba gibi.

24 Eylül 2013 Salı

Eskiden beridir çok sevdiğim bi söz var "fake it till you make it" öyle bi yerdesin ki 2 gün sürüyor insanın üzülme özgürlüğü.2 günden sonra iyiymiş gibi oynamak zorundasın, ta ki iyi olana kadar. Sadece kendini kaybetme yeter, ki kaybedeceksin.Beyninin bi tarafı, onun düşüncesiyle sömürülmüş olacak, diğer tarafı sana bencilce emirler yağdıracak. İkisinin arasını bulamayacaksın.Ve buna dengesizlik diyecekler. Sen de farkında olacaksın ama farkında ve umrunda değilmiş gibi davranacaksın.Geriye dönüp pişmanlıklar yaşayacaksın ama zamanı geriye almak da işine gelmeyecek, çünkü yaran kabuk tutmaya yüz tutmuş olacak.Ve sen kazanma şansın olsa bile kaybetmeyi seçeceksin. Bunlar olacak.

5 Mayıs 2013 Pazar


Kendimden el ayak çekicem o derece.

Sanki konuşabildiğim bi sen kalmışsın da, sen de gitmişsin gibi hissediyorum.

Sahi, gittin değil mi?

Bak hala inanamıyorum. Bi yanım yokluğuna alışmaya çalışıyor, diğer yanım yeni yetme solcu çocuklar gibi isyan etmeye.

Ama bize, her yaz gönderildiğimiz o Kur'an kurslarında öğrettiler. Sevmeyi, ve ne gelirse sevilenden düğün bayram bilmeyi.

Ben, seni biraz fazla sevmişim galiba.

Kesip damarımı bileğine dolasan, kanım akmazmış gibi geliyor. Oysa kaç gündür bi soğukluk, bir ürperti tenimde.





Bu kadar yalnız olmasaydı bu ev, bi o kadar sinsi olmazdı esen meltem. Dahası serinletecek diye beklediğim yel de, üşütmezdi ayaklarımı.


Hiç bilmedim nerede duracağımı, hep ilk ben sobelendim saklambaçta. Sonrası malum, ağlayarak gittim eve erkenden. Sarılıp avutacak annem evde yoktu, bi de bunun için ağladım.



28 Mart 2013 Perşembe

Şimdi ben senin sevmediğin o kızlardan olacağım biraz.

Okumadan buna tıklıyorsun :: tık tık ->




Okul okumaktan çok sosyal ve entellektüel işlerle uğraşan, fotoğraf çekmeyi seven, ormanda dolaşmayı, deniz kıyısında iki lafın belini kırmayı, kahveyi seven kız olacağım.

Senin bildiğin gibi teknolojiden, en son çıkan uygulamanın gencecik bi çocuk tarafından firmalara kaç para birimine kime satıldığından, en hızlı bilgisayarlardan haberi olmayan. Açıkçası umursamayan. Sanat tarihini ve diğer coğrafyaların insanlarını -aborjinleri mesela- dünyanın en lüks ve pahalı spor arabasının kaç beygir olduğundan daha çok merak eden.

Kütüphanelerden kitap, refüjlerden çiçek çalan. Sırf bi çiçeğin kokusunu merak ettiği için yol ortasında duran. Ağacın dalını koparıp başına takmakla, yerinde bırakıp güzelliğini seyretmek arasında karar veremeyen.

Kolay arkadaş olamayan ama yaşadıklarını sanal alemde yazan, lüks telefon kullanmayı bilmeyen, yazın terlikle dolaşan, denize gidip şezlongda kitap okuyan, teni bronz görmemiş süt beyazı, tıpkı çocuk gibi. Saçlarını istediği an istediği renk yapan, günübirlik kararlar alan. Biraz kıyafet, bir iki spor ayakkabı, bir kaç elektronikten çok kendi bedeninin tek ve söz sahibi.

Bi meslek sahibi olmayı kafasına takmayan, -ama hayır, sakın beni kendi girdabına, kendi normlarına benzetme- koca bulmakla da zaman harcamayan, sadece kendi yaşamını kendi istediği gibi yöneten, yönlendiren.. Her ne kadar buna yüzde yüz izin vermeyeceklerini bilse de. Kadın hakları, eşcinsel hakları, hayvan hakları için savaşan, kendisi olmadığı halde eşcinselleri kardeşi bilmiş, sokaktaki kedilerin annesi olmayı seçmiş. Ezilen her canlının yanında olmayı kendine söz vermiş.

Giydikleri toplum normlarına uymayan, alkol ve sigara kullanan. Bununla yetinmeyip bunu sokakta yapan -evet, biliyorum ki hayat sokakta- mekanlarda içip dağıtmayı seven, masanın üstüne çıkıp oynayan!

Ütopyalara inanan -çünkü biliyorsun, ütopyalar güzeldir- tiyatrolarda, sinemalarda, müzelerde ve eski zaman tablolarında yaşayan, bi gün hayali tüm dünyayı gezebilmek olan ve bunu yapmadan ölmeyeceğine inanan. Dünya, inanç, tanrı, ilişkiler, zaman, yaşam üzerine düşünceleri felsefik -büyük ihtimalle anlaşılmaz- olan. 

Asla arkadaş, sevgili, eş, kardeş, anne olarak görmediğin, göremeyeceğin, görüp de umursamayacağın kız olacağım.

Biraz yalnız olacağım, biraz yalnız kalacağım.

Pişman olacağım, sefil olacağım..

Hiç düşünmeyeceğim..

Şimdi benden nefret edebilirsin, çünkü artık görünenden biraz daha fazlamı tanıyorsun.

18 Mart 2013 Pazartesi


Bunu açmasan da olur --

Sonra bütün bi yaz geçiyo, bütün o yollara, fotoğraflara bakışın, kapılara telefonlara koşuşun. hikaye olmuş onlar.

nerede diye soruyorlar, geldi gelecek gelir elbet. cevabın kalmıyo sonra. çünkü beklemeyi en çok sen bilirsin. 

yüzüne vurulan kapıya tekrar geri gelmeyi en çok sen bilirsin.

zaman geçtikçe yara bağlayan kabuğu kanatmayı seversin çünkü sen. bi yaranın kapanışını kabullenemezsin.

aradan yıllar geçse de kalbinde bi delik diye onu taşırsın hep. hastasın. takıntılısın.

ölmeyi en çok sen hakediyorsun. ama yapamıyorsun değil mi? ciğerini sikeyim ben senin! o içtiğin sigaralar elbet seni de öldürecek bi gün.

kurtulmayı dileyeceksin her gün ama yok. kaçtığın şehirden bile kopamayan bi insansın sen.

yola düş. gidelim.. bu son sefer olsun. bitmezse bitmesin bırak. nereye gidersen git gelecek değil mi? bırak gelsin. gelmese sen onu kovalamaktan vazgeçmeyeceksin çünkü.

kalk gidelim, sabah olmuş.
Lütfen aç bu şarkıyı.


Saçı ıslak kadının yalnızlığı

ve sen derin suları seçtin.

ayaklarının üşümesini asla engelleyemedin.

hep bir el dokundu çıplak sırtına uzanırken

rüya görürken

o uyumadı

kalktı bi sigara içti

güneşin doğuşunu gördü ve umursamadı.

sen bu sırada perdeden sızan ışığın derdindeydin

ve burnun tıkandı

boğuldun.

baş ağrıların dayanılmaz olduğunda

bir daha gir suyun altına.

hiç bir şey değişmeyecek

ağlama.

saçını kurut, üstünü giyin,

kahve içmeyi düşün

evden çık.

hava gerçekten de soğukmuş

yolu biliyorsun, sağına bakma.

arkanda değil,

o bu sırada anahtarlarını unutursa kapıda kalır diye düşünüyor

tren saat kaçta?

bereni yanına alsaydın keşke

kulakların üşür.

göğsünü örtüp yakalarını boğazında birleştirdi

ne de yakışırdı lacivert

gözlerinde doğan güneş kalmış sanki

dudakları kıp kızıl kesilmiş

hava soğuk çünkü

ama onun kulakları üşümez

tutmadı elinden

aşağıya iniyorsun

buraya kadarmış

gelmeyeceğini en başından biliyordun

…zaten…

yerler buz tutmuş

dikkatli yürümezsen ayağın kayacak

önüne bak.

7 Mart 2013 Perşembe


Kahverengi saçlarımın kokusunu içine çeken bi adam vardı.

Ölmedi.

Ölünmez yani o kadar büyük bi olay değil.

Saçlarımın kahverengi olduğu zamanlar.
Seneee.
Sene 2011in bahar ayları.


Bir de sarı saçlarımın ellerinden tutan biri vardı, öyle incitmeden severdi her telini.

Severdim sarı saçlarımı. Ben adamları değil, saçlarımla münasebetlerini severdim. Bilirdim, benim sevilecek pek yanım yoktu. Ya saçlarım? Onlar sevilmeye değerdi belki. 8 ay öncesine kadar falan.

Kızıl, onları pek sevmiyorum. Belki ölürüm de farkedilmez beynimden sızan kanlar diye kırmızıya boyattım onları. Kızıla değil, kırmızıya. Bu renk ya benim ölümüm olacaktı, ya.. Hayır bu renk benim gerçekten sonum olacaktı. Ya aşk dolu bi evrende Mor - Mavi - Yeşil - Sarı - Turuncu - Kırmızı ‘nın Kırmızısı olacaktı ya da içinde boğulduğum kanımın bayrak kırmızısı.

Saçlarım genelde koklanmak ve sevilmek için vardılar. Ben yoktum.





Belli zaman aralıklarıyla gördüğüm bir rüya var.

Onu çok özlediğimde.

Her rüyamda biraz daha büyümüş oluyor, bu seferkinde boyu uzamıştı.

Hayatta cevabını bilmediğim sadece bir soru var.

O ise rüyalarımda hep beklediğim cevabı veriyor, sonra susuyor. Gerçeği açıklamaya başladığında uyanıyorum.

Bir daha hiç duyamayacak mıyım sesini? Yıllarca 3 saniyelik saçma sapan ses kaydını dinleyip, rüyalarımda asla gerçek olmayan cevaplarını mı bekleyeceğim?

Her tekila içtiğimde seni mi anacağım? Videolarımızı mı izleyeceğim? Arkadaşlarıma geçirdiğim güzel zamanı anlatıp adını sorduklarında durup uzaklara mı dalacağım?

“Seni bulduğumda aynı, çocuk olacaksın ama aynı çocuk olmayacaksın” demiştim kendime. Şimdi seni bulabilir miyim bilmiyorum bile. Senden sonra çok yalnız kaldım, sen gittiğin gün ağlamıştım gidiyorsun diye. Ben en son 10 yaşında ağlamıştım birinden ayrılırken. Koca bi otobüse bindin ve gittin. Üstelik Ankara’ya bile değil. 

Aramaktan vazgeçtim seni artık. Seni anlatan melodileri senmişsin gibi dinliyorum. Farkındasın. 

Bir de ben anlasam, seni hala nasıl bu kadar sevebildiğimi ve hala nasıl beklediğimi.. Çocuk!

Kalbi kocaman, çocuk adam!


Belki ben de yalan söylüyordum, diğerleri gibi.
Nerden bilebilirdin?
7-Ocak-2013
Yeni yıl geçeli bir hafta olmuş ve benim kafam hiç olmadığı kadar yerinde değil.

Bir akşam isyan ettim artık ablama, tüm oyunlardan kaçıp kurtulmak isterken annesine gitmeye yüz bulamayıp ablasına koşup başını göğsüne yaslamaya çekinerek ağlayan kız çocukları gibi.

Ve o bir anne değil, bunu bildiğinden ve ben de bunu bildiğimden, en güzel abla tesellisi.

Gönlümün prensesi, biricik ablam.

Ben hala sorumun cevabını alamadım, geçen 20 yıl olduğu gibi. Ama sen hiç vazgeçmedin..



Dinlemeden anlaşılmıyor birine nasıl beni vur diyebileceği bir insanın. Sonra nasıl kendini vuramadığı.

Birinin intiharına seyirci kalmaktansa onu vurabilmeyi de öğretiyor hayat insana. Hayat bazen ellerini kana buluyor, en sevdiğinin kanına.

Çok sevdiğiniz birini, bir daha hiç yalnız bırakmamak için yalnız bıraktığınız oldu mu hiç?


Beni mesela kalbimi bir daha hiç kırmamak için terkeden oldu. Bi kerede olsun, tam olsun diye heralde.

Bir daha hiç öpmemek için sabaha kadar sarılıp öpen de oldu.

Hayatta bazen çok iyi şeyler veya çok yalnız şeyler bi kere oluyorlar, tam oluyorlar, bir daha olmasın diye.

Bazen iç geçirip, içinizden sövüp geçmelisiniz belki de.

Bazen de sevdiklerinize güvenmelisiniz. Ben öyle yapıyorum çoğunlukla.

Bana güven iç ışığım, tren yolum, içimde devamlı çalan 3 dakikalık Dalida melodim.

Eti pufum, ince uçlu şarj aletim. Seni özledim. Her seferinden daha çok hemde, bana en yakın olduğu zamanda.

Söz bütün ayçiçeklerinin kafasını koparıp geleceğim yanına. Söz.

8 Ocak 2013 Salı

Ayaz




Karlı bi öğleden sonra okudum ben senin hikayeni, geceler ızdırap diye. Dışarıya bakan sol gözümden bi damla yaş indi, şimdi her yer bembeyaz ve sokak hiç olmadığı kadar kalabalık.

Hüzündür yağan içimize, kar değil bu. Kar olsa yumuşardı hava, ama hiç gitmedi ölümün ağırlığı üstümüzden.

Kaybetmenin ne demek olduğunu en çok senle ben biliriz. Birine gitme diyememek değil kaybeden olmak. Hiç sorulmaması, gelirken de giderken de. Hani küçükken giyeceğin ayakkabıyı seçerken bile sana sorulmaz ya, insan böyle zamanlarda küçücük oluyor en çok.

Şimdi sobanın alevi söndü, kar da yavaşladı. Gece olmaz artık, alaca bi pembeye çalar gökyüzü.

Kar yağmasın artık.