26 Kasım 2012 Pazartesi

one wine night



Şarap içmeli, tarçınlı kurabiyeler yemeli.

Bi kaç kadeh sonra, nasıl kalkmalı da küllüğü boşaltmalı diye küllüğünün gözünün içine bakılmalı.

Sonra bir kaç kadeh daha, artık kaç kadeh olduğu unutulmalı.

Ardından bi kaç göz yaşı akmalı, çok değil. Birine sarılmalı, omzunda kurutmalı gözyaşını.
Sonra kalkıp dans edilmeli, sessiz, yavaş, sigaralar ayakta yakılmalı, asilzadeler gibi içilmeli. Karanlıkta iki çift göz birbirini görmeye çalışmalı.. Biri dayanamayıp kafasını göğsüne yaslamalı.

Sonra..

Sonrasını hayal gücünüze bırakıyorum. Kimi kalktığı gibi sessizce yerine oturmayı bekler belki. Kimisi sıkıca sarılıp “iyi ki varsın” demeyi. Kimi yumuşacık bi öpüşle bitirir, sonrasında koltukta sarılıp sızmayı..

Kimi tüm bunlardan daha fazlasını yapar belki, tek kelime.. Tek sözcükle bitirir, adı Aşk.. “Aşk” der, dediği anda da anlar zaten diğeri. “Evet bunun adı Aşk” der. Ve aşk olur.

20 Ekim 2012 Cumartesi

Bi baba yüreği gibi sıkıca sarıcam


Artık o fotoğraflarda yalnızız!

Artık o fotoğraflara yalnız bakacağız. Bakabilecek miyiz? İçimiz acımayacak mı?

Her şeyden, herkesten kaçtığımızda bizi koynunda saklayan o adam nerde? O adam varken hiç bir şeye ihtiyaç duymazdık. O adam varken sarılır ağlardık, bizi dizine yatırır başımızı okşardı. Ne babamızdan görmüştük böyle bi sevgi, ne abimiz vardı bizim, ne de başka bi erkek şevkatle sarılmıştı bize. O bizim hem babamız, hem olmayan abimiz, hem sevgilimiz, hem kardeşimiz.. Her şeyimiz olmuştu. Yaşadığımız her şeyi bi gün ona anlatmak için yaşardık. Beraber mutlu olsak da içimizde hep “keşke o da burda olsa” olurdu. Nerde o şimdi?

Nerdesin çocuk yüzlü adam?

En güzel fotoğraflarımı seninle çektim ben, seninle kendimi evin en güzel yerine asılan aile fotoğraflarında gibi hissederdim. Nerdesin şimdi?

Hangi semtindesin en çok sevilen ama en çok aldatan o hain şehrin? Hangi tepesinden bakıyorsun aşağıya? Hangi sigara yanıklı koltukta sabahlıyorsun, içini karartıyorsun sabaha kadar? Ne yapıyorsun bizsiz?

Çok özledik. Çok.

30 Eylül 2012 Pazar


Günaydın baba,

   Saat sabahın beş buçuğu. Hiç tanımadığın ve asla tanışamayacağın bi takım insanların evindeyim, senin bana almadığın bi laptoptan yazıyorum bu yazıyı.

   Şimdi ben kendimden çok senin ne yaptığını düşünüyorum. Ya da ne yapacak olduğunu. Mesela benim gibi beş parasız sen de çok kaldın eminim. Cebinde okula, eve gidemeyecek, simit alamayacak 1 liran olmadığı zaman çok olmuştur. Benim de yok. Üstelik sen de benim gibi kısa ama güzel 3-5 günlük tatiller yapmışsındır, orda falan yemişsindir parayı. Ya da ne bileyim ablamla ben bi şeyi çok istemişizdir, dayanamayıp almışsındır sen de. Harcamışsındır yani. Ama pişman olmamışsındır, aynı benim gibi.

   Bazen hayata benim gözümden nereden bakardın diye düşünüyorum? Sen de benim gibi yaptıklarının hata olmadığını düşünüp öyle mi ilerlerdin yolunda? Ya da en zorlu dersleri mi alırdın yaptığın yanlışlardan? Bilmiyorum, inan şimdi bilmiyorum.
   Ama bildiğim bi şey var ki ben tüm bunları yaşarken sen yanımda olurdun. Sen yaşarken ben yanında olamadım ve belki de sen bu yüzden gittin, gidebildin. Tıpkı annem gibi sen de, sana son bir kez sarılamadığım için gittin.

   Ben çaresizlik içinde kardeşime "param yok ablacığım, gelemeyeceğim" derken sen elbetteki benden uzakta olurdun ama ben seni içimde hissederdim. Belki arardım, "babacığım" kelimemden anlardın sen. "Üzülme kızım" derdin, teselli ederdin.

   Ve belki de en acısı da ne biliyor musun Baba? Biliyorum ki sen, bi yolunu bulurdun, sen hep bi yolunu bulurdun. Sen bizim için her şeyi yapardın.

   Şimdi daha iyi anlıyorum, belki de sen bizim için gittin. Dedeme güvenip bizi arkanda bırakıp gidebildin, bizim için. Geleceğimiz, okul hayatımız, üniversite eğitimimiz iyi olsun diye. Bugün bunu söylemek bana düşmez ama bence biraz yanlış yaptın be Baba. Belki korktun, belki söyleyemedin. Sen de bilmiyorsun ama ben de karanlıktan korkuyordum Baba, ben de sana söyleyemedim, ama karanlıktan korktuğum zamanlarda hep sana sarıldım Baba, hep sana. Keşke konuşabilseydim de sana, korktuğun zamanlarda sarılacak kadar çok sevdiğimi seni söyleyebilseydim. Keşke Baba.

   Hiç bir keşke seni geri getirmiyor, biliyorum. Tüm bu olanlara rağmen ben senin kızın olmaktan gurur duyuyorum Baba. Junior Adem olmaktan, senin gömleklerini giymekten, ten rengimin, huyumun, suyumun, tipimin sana benzemesinden gurur duyuyorum. "Aynı babasının kızı" diyen her çeşit insana rağmen ben o kelimeyi duymaktan ve öyle olmaktan gurur duyuyorum. Seninle gurur duyuyorum Baba.

   Bugün duyuyorsan, bir kez daha söylüyorum. Hani biz yatmadan önce sen yatağımızın başına eğilir bize iyi geceler öpücüğü verirdin ya, kulağına bi şey söyleyeceğim Baba, "Seni çok seviyorum"..

4 Eylül 2012 Salı


   Bazı insanların alnında sinirlendiklerinde çıkan bi damar vardır, bazılarının boynunda devamlı kasılan bi kas. Genelde babalarda olur ve insanlar babalarını hep öyle hatırlar nedense. En uç mimiklerini, en kızgın anlarını, en mutlu anlarını. Benim böyle hatırlayabileceğim bi babam olmadı. Yüzünü, hareketlerini, sesini bi şekilde hep videolardan izledim ama kokusu, sıcaklığı, bana bakışı... Bunları hatırlayamıyorum çoğu zaman, unutuyorum. Sonra özlüyorum.

   Bu alın çizgilerinden sende de bolca vardı, ben senin en kızgın halini görmemiştim belki, ya da en mutlu. Ama vardı işte, ben öyle görüyordum. Yüzüne bakarken seni binlerce kalıba sokuyor öyle görüyordum. Bazen beni çok sevdiğini, gözlerimin içine aşkla baktığını, bazense bana çok kızdığıni kırgın olduğumuzu hayal ediyordum. Yüzün ne şekil alırdı acaba onu düşünüyordum. Boynundaki kas ne zaman kasılır, adem elman nasıl hareket eder? Hiç birini bilmiyordum, sana dair hiç bir şey bilmiyordum. Kokun hariç, sıcaklığın hariç, aşevlerinde uzatılan kaplara konulur gibi yeterince ve tek kişilik sevgin hariç. Yanağında gezinirken elim, sanki tüm Anadoluyu avuçlar gibi, sakallarına değen parmaklarımın o harika gezisi hariç. Dudaklarının hiç gitmediğim memleketimin pamuk tarlalarında çalışmış genç kızlarının düşleri tadında olduğunu benim çok geç anlamam hariç.

   Yani demem o ki, kimse alınmasın ama, ben seni bazen babamdan çok özlüyordum.

   Babam gittiğinden beri, o gittikten sonraki 1 yıl içinde bir şiir yazmıştım, sadece son mısrasını hatırladığım. Oysa sen, 499 gün oluyor bugün, yarın 500. gün. Sana kaç satır yazdığımı, kaç kez ağladığımı, kaç günümü mahvettiğimi hatırlamıyorum. Kaç kalp kırdığımı sen gittiğinden beri, kaç dolunay geçtiğini mesela. Kaç gün boyalarla maskelenip dışarı çıktığımı, yüzüne güldüğüm insanları, öptüğüm adamları..

   Evet senden sonra da öptüm birilerini, hiç biri sen gibi değildi demeyeceğim, hayır, sanırım hep seni düşlediğim için bazıları sen gibiydi. Bazılarınıysa hiç hatırlamıyorum, yüzlerine kusup ağladığımdan, sen değilsin diye onları suçladığımdan.

   Çok yağmur yağdı o sıcak mayıs ayından beri, hiç birini saymadım. Hiç bi yağmurda dışarı çıkıp ıslanmadım, seni düşlemeyeyim diye. Hiç özgür olmadım, olamadım kuşlar gibi. Hep kapattım pencereleri. Sadece bir köşesine oturdum koltuğun, evin diğer her yerine hayaletler otururdu çünkü, sen otururdun içime. Mideme, göğsüme, ciğerlerime, kasıklarıma.. Sen oldu sancılarım..

   Artık bundan sonra gelsen de hiç bir şey değişmez ki. Bu yüzden gelme. Geleceğinden değil de, gelme işte. Beni tüm bu yangınlarda sen tek başıma bıraktın. Beni viranede yatan hasta bi köpeği ölüme terkeder gibi, ter-ket-tin..

   İstesem de gelme, sen iyi değilsin hiç bi zaman. Sandığım gibi, seni içimde büyütüp boğazımda düğümlediğim zamanlarda gidebileyim diye tuttuğum acile yakın evimin altındaki eczanelerde satılan anti-depresanlar, sen değilsin onlar. Ve hiç bir yağmur yetmiyor seni içimde söndürebilmeme. Hiç bir şey yemek sindirilmiyor beni bırakıp gidişin gibi. 

   Hoşcakal.

   Bu seni içimden son terkedişim. Yavaş yavaş, ağrılı. Sevseydin yapmazdın böyle, sevseydin beni terkettiğin gün yağmurlar yağardı koca kente. Sevseydin, gitmezdin en kötüsü. Sevseydin üşümezdim bu kadar. Sevseydin... Beni sevseydin demiyorum artık, sevdi-sevmedi de demiyorum kimselere. Çünkü artık umrumda değilsin.

   Bi aşkın bana yaşatabileceği tüm acıları, evet mutlulukları değil belki ama, tüm acıları tattım sayende. Şu son 500 günde. Bir daha gelmeyeceksin değil, sen hiç gelmedinkilerle, hiç olmadınkilerle... Gelme..

   Hoşcakal.

   Bu bir elveda. İlk elvedam değil belki hayatta, ama senin ölüm gibi habersiz ettiğin elvedaya karşılık benim adam gibi dimdik ayakta ve kararlı, istikrarlı elvedam.

   Hoşcakal. 

25 Ağustos 2012 Cumartesi

   Yatağa uzandığımızda sarhoştuk ikimizde, yanıma yattı önce, ilk günkü gibi. Kolunu başımın altında geçirdi, başımı boynuna sokuldum sonra. Kokusunu çektim içime. Öptüm, ilk ben öptüm yine. Ne kadar süreceğini bilmediğim bi öpücük. Sonra sarıldım, onun en sevdiği gibi sarıldım, kollarımı boynuna dolayarak, kalbime koydum kafasını. 
- Nerdeydin?
+ Geldim işte.
- Çok özlemişim.
+ Burdayım.
- Gel buraya.
   Uyandım, gözlerimi açtım. Yoksun yine, gitmişsin. Balkon kapısının ayazında kaybolup gitmişsin. 

   Hala özlüyormuş seni içimde bir yerler, hala sen diyormuş. Seni seviyormuş. 490 gün 7 saat 28 dakikaya rağmen hala bi gün gelsen, kapısı açıkmış sana o içimdeki bi yerin.

Acaba hala pamuk mu dudakların, hala eşsiz bi parfüm mü kokun? Hala incecik mi bedenimi saran ellerin?

   Neden vazgeçtin ki benden? Her şeyi kabullenen kalbim benimle neden devam etmediğini anlayabilir belki, ama beni niye şimdi sevmediğini anlayamaz. Anlayamaz işte.
   Sırf bu yüzden seni özlemem hiç geçmeyecek galiba, sırf bu yüzden unutamayacağım tenimde bıraktığın hatıralarını. En çok da nefesini. İnsan nefes almayı nasıl unutabilir ki?


Bu sabahın bu renkte olacağını kim bilirdi ki, bu sabah seni özleyeceğimi kim bilebilirdi ki?

   Seni daha tanımıyordum bile, tanımıyordum o geceye kadar. Ben bana kahve yapan bi adam biliyordum, bir de masama frambuazlı cheesecake yollayan adamı. Onu düşünüp yediğim her bir lokmanın bedenime ilaç gibi geleceğini düşünüyordum bana bakarken bankonun ardından. Gözlerini gördüğüm her an artık üşümeyeceğimi sanıyordum, ayaklarımın ısındığını. Artık insanların üşümemek için neden mont giymeyip seviştiğini anlayabiliyordum. Sevişmeler sen kokuyordu bana. Sonra yağmur damlaları inceliyordu, durup bekleyen otobüsler şahit oluyordu öpüşmelere. İskeleler ayırıyordu uykumuzda bile ayrılmayan ellerimizi ve dudaklarımızı. Sen oluyordu aynalar. Gülümsemeler sana dönüyordu. Rakılar anason değil sen kokuyordu, çok içiyordum o sıralar. Çok içiyordum.

   Gittin, gittiğinde tüm bunlar gözyaşlarına karıştı. Yaşananlar hiç yaşanmamış oldu, saatlerce sevişmemiş olduk mesela. Bir daha gözlerinin içine baktığımda kendimi göremeyeceğim anlamına geliyordu bu. Bir daha gözlerinin içine bakabilecek miydim, o ayrı. Sarılmayacaktım bir daha sana, öyle uzun uzun sarmadıktan sonra seni bi anlamı yoktu zira. Senli şiirler yazamayacaktım, ne sana ne de başkasına. Aşkın adı sendin, senden başkasına senli şiirler yazılmazdı bu yüzden.

   Biliyorum bitti, sen de dönmezsin bir daha 490 gün geri. Ben sadece …

   …özledim seni.

15 Ağustos 2012 Çarşamba

Sarılmanın anlamı şudur:
Sende bir tehlike sezmiyorum,
Yanında olmaktan korkmuyorum,
Rahatlayabilir, kendimi yuvamda hissedebilirim.
Beni koruyan ve anlayan birisi var.
Bizde birine isteyerek sarıldığımızda
ömrünün bir gün uzadığına inanılır.
- Paulo Coelho

14 Ağustos 2012 Salı

   İyi geceler anne. Nasılsın? Doğum günün kutlu olsun. Biliyorum sen de beni özledin, çocuğundan uzak tüm anneler gibi. Ben seni nefes aldığım her an özlüyorum, bundan yanıyor belki de ciğerlerim, bilmiyorum. Özlemek bu kadar yakıcı bir his midir? Ben 19 yaşındayım ama 43 yıldır ciğerim yanıyor. Annesinden uzakta her çocuk gibi, çocuğundan uzak her anne gibi, seni doğduğun günden beri özlüyorum. Seninle senin kadar zaman geçirmek isterdim, sen olmak isterdim.
   Çocukların yüklerini anneleri mi taşır? Her akşam üzeri elinde torbalarla evine dönen kızların yüklerini de mi anneleri taşır? Sırtında çantalarıyla ordan oraya evini arayan, annesini arayan kızlarının yüklerini kim taşır peki?
  Annesi uzakta olan kızların döktüğü göz yaşlarını rüzgar annelerinin olduğu diyarlara götürsün, götürsün ki çocuğundan uzakta annelerin yüreklerindeki yangınlar sönsün. Bu yüzden ağlamam seni her andığımda, bu yüzden ağlamam ismini her andığımda. İsmini her andığımda beyaz bi kelebeğin uçması da bu yüzden. Sevdiğin şehirlerin böyle soğuk olması da bu yüzden.
   Yaşadığın anların böylesine içimde olması bu yüzden. Koskoca kız oldum belki, senin beni hala küçücük görmen bu yüzden.
   Minik kuşum derdin ya bana, ben hep bi kuş gibi olmak isterdim. Sanırdım ki kuşlar hep özgür. Sen gittikten sonra anladım, gül bülbüle bağlıymış, ben de mezarının başındaki zeytin ağacına. Ben de sana bağlıyım anne, toprağına bağlıyım, şiirine bağlıyım, beni uyuttuğun dizine bağlıyım. Sana bağlıyım anne. İstediğin kadar uzak ol ben yine sana bağlıyım.
   Bi yıldızız biz ablamla senin gökyüzünde, saçlarına düştük, koparma, biz sana bağlıyız anne.
   İyi geceler anne, uyu. Ben de uyuyacağım birazdan, Birazdan uyuyacağım, sesine ve sözüne hasret. Uyurken gel, üstümü ört. Uyurken gel, yanağımdan öp. Uyurken gel, kulağıma ninniler fısılda. Ben seni dinliyorum, her sabah, her akşam ve her nefes alışımda. Ben seni bekliyorum, her kapının çalınışında. Ve ben seni özlüyorum, her kalbim attığında.
   Ben  senden hiç bir şey beklemiyordum ki, ben sadece nefesinin ikliminde yaşamak istiyordum. Seni bi kez olsun sevgiyle sarmak ne demek onu öğrenmek istiyordum. Öyle de oldu, seni ben sevgiyle, en safıyla hem de, karşılıksız sevgiyle sarabildim. Kimsenin kimseye çıkarı olmadan günahını bile vermediği dünyada ben sadece seni sevmek için senin koynunda uyuyakaldım.
   Ben senin yanında korkularımdan arındım, zırhımı çıkarıp bi kenara koydum. Bana ağır gelen tüm yüklerimden seninle kurtuldum. Hiç korkmadım. Yıllardır beni saran, boğazımı sıkan tüm korkularım seninle eski kitapların üzerlerindeki tozlar gibi uçup gitmişti, ruhuma üflemiştin sanki.
   Hiç bir kelime kullanmadan, sadece ellerinle ruhuma dokunarak yapmıştın bunu. Konuşmadığın için beni kandırdığın da söylenemezdi, yani amacın bana sadece sarılmaktı. Sadece sarılmak...
   Şimdi öyle zor geliyor ki kelimeler kullanmak, sen yanımdayken susmak daha kolaydı, susmak hiç can acıtmazdı, susmak öyle sen kokardı.
   Ellerim mesela, ellerimi de tutmuştun. Şimdi ben ne anlatsam yersiz ki, kimse anlayamayacak sen o günden sonra beni aramasan da senin ve benim o gece gerçek bi aşk yaşadığımızı kimse bilmeyecek. Seni o günden sonra gün be gün katlanarak sevmeye devam ettiğimi de kimse bilmeyecek. Bana nasıl sarıldığını. Ellerimi diyorum, ellerimi tuttuğunu.
   Herkes bana aşkın böyle bir şey olmadığını, karşılıklı olması gerektiğini söylüyor. Tanrım, kimse bilmiyor sen bana bir gece öylesine sırılsıklam aşıktın ki. Sadece bi geceliğine, uğruna ömrümü verebileceğim bir geceliğine. Sonra aramamışsın yani, ne olmuş? Ben seni hala seviyorum ki, ben sana hala aşığım ki..
Sensiz kötüyüm, beterim..

11 Ağustos 2012 Cumartesi



Bana bir şey olsa
Ölsem mesela
Üzülürsün, biliyorum.
Ağlayabilirsin bile.
Ama ben hayattayım diye sevinmiyorsun ya
Benim seni düşündüğüm gibi
Aldığım her nefese şükretmiyorsun ya
İşte ona yanıyorum.
Ben ona ölüyorum.
Gitti...
Gidişine dair söylenebilecek tüm kelimeleri kendi söyledi
"Şimdi ben de herkes gibiyim" dedi
Ve gitti..

10 Ağustos 2012 Cuma

Sağ avucunun içinde mini minnacık bir beni bulunan sarı saçlı kız..
Daha küçücüktün, sabahları süt ısıtırdım sana, sonra geceleri, seninle büyüdüm ben de. Sen de olmak istediğim o çocuk oldum, sende olmak istediğim abla oldum, senle olmak istediğim insan oldum.
Hata yaptım, biliyordum, farkındaydım, hiç bi zaman iyi bi abla olamadım. Ben aslında hep sana örnek olmak için yaptım, yıllarca sigara içtiğimi senden sakladım mesela, başka kimseden değil, büyüklerimden değil, senden. Bana göre küçük değildin ki sen, en büyüktün. Ben sonunda kimseye değil sana hesap vericektim.
Ben küçüktüm, ben hata yaptığım zamanlarda bile senin omzunda ağladım.
Bencildim, üzdüysem seni özür dilerim.
Ben sadece, senin ablan olmak istedim..

9 Ağustos 2012 Perşembe


Fazladan 1 dakikam olsaydı da babamla konuşsaydım
Baba ben büyüyünce ne olayım diye sorsaydım
Beni her zaman böyle sevecek misin diye sorsaydım
Beni senin gibi seven olacak mı diye sorsaydım
Ama olmadı
Ve biz buna kader deyip geçtik
12 sene oldu

“Zor olan karar vermek değildir. Onunla yaşamaktır.”

- Law Abiding Citizen (2009)
Seni soruyorlar
Sormasınlar
Unuttum diyorum, aklıma bile gelmiyor
Başka güzel şeyler anlatıyorum insanlara


Mesela kediler
Mesela vapurları ve denizleri
Mesela sıcak havaları

Ama hiç senden bahsetmiyorum
Kimse bilmiyor ki her kelimenin son harfinden yeni bir sen türetiyorum
Kimse bilmiyor ki sabah kalkıp seni, gece yatıp seni, öğlen tutup seni düşünüyorum
Hiç olmadı seni özlüyorum

Karanlıkta olmayan yanağına, yani havaya bi öpücük konduruyorum
Sonra nefesini duymuş gibi yapıyorum,
Başımı boynuna saklamış gibi
Gözlerimi açma, uyan ama gitme
Hiç bir yere gitmiyorum
Gitmiyorum.

We real cool


30 Temmuz 2012 Pazartesi


Âdettendir, öpüşüne karşılık verişim sıcak bi öpüşle,
Gözlerinin içine bakışım,
Elini tutup başımı göğsüne yaslamam,
Deniz kenarında kısa yürüyüşler yapmam.
Oysa sen de bilirsin gözüm uzakta gönlüm başkasındadır.
Âdettendir, senle böyle konuşmam
Yoksa sesim yalancı, gönlüm kahpedir benim.
Âdettendir, geri kovuşlarım seni her kapıma geldiğinde.


Açmam telefonlarını, bakmam yüzüne.
Bilirsin sen de hanımefendi tavırlarını
Ya da bilmezsin, nerden bileceksin ki
Tozlu sıralarda yapmışsın sen edebiyatı.
Anlamış gibi yaparım.
Sen de katılırsın bana.
Fakat bilirsin
En güzel yerinde oyunun annem eve çağırır.


Böyle günler en güzel giysilerimle karşılarım seni.
Hani korkularını gizlemek için yüksek sesle şarkı söyler çocuklar,
İşte öyle
Kahkahalarımla kandırırım seni, sanki kalacakmışım gibi.
Oysa ki akşam uçağım var, bekleyemem.
Bi bekleyenim yok ama benim gidip beklemem gerek.
Gelir boğazımda düğümlenmiş kelimelerim oyunuma
Sonra bir mektup elinde 4e katlanmış
Zarfa konmaya gerek duyulmamış bile
Biz ayrılıyoruz, gidiyorum ben
Ve komiktir ki yine âdettendir
Gitmene gerek yok diye çırpınışların
Oysa ki sen de bilirsin “Gideni durduramaz hiç kimse”
Evcil acıları vardır evde, bekler onlar.


Âdettendir, bi damla yaş akması kuru gözlerden
Son kez sarılmak uzunca, bir daha asla kavuşmayacak bedenlere
Ve dönüp bakmamak ardına, yine  âdettendir
Oysa bilirim az ötede okunup yırtılıp çöpe atılacaktır bir mektup
Âdettendir 3 gün sürer
Evden uzak sevgiler.

29 Temmuz 2012 Pazar

Süreya'dan bir dize

Yine kırgınım sana
Unutamadım yaptığın haksızlıkları
Bu sabah ciğerimin köşesi
Ben de uyandım dumansız yalnızlıklara
Onca yıl kabullendiklerimi çöpe attım
Kızdım sana dayanamadım
Kalbimi kırdığım bin parça köşeyi ben unutamadım!
Zaman geçtikçe geçer
Zaman geçtikçe iyileşirim sandım ama
Ben burdayım
Ve geçmiyor iç organlarımı birbirine çarptıran yangınım
Gitmiyor nefesinin kokusu Allah'ın belası gitmiyor!
Dokunmasaydın ruhuma parmak uçlarınla
Girmeseydin be kanıma işte!
Dedim, ben çok severim bak diye
Dinlemedin
Ah ne çocuklar ölüyor senden habersiz
Kimler kimler
Bir aptal ıslatan yağıyor gözlerimden yanaklarıma
Sen bilmiyorsun
Hangi kışın karında kaybettin bana gelen yolları?
Bir şiir söyledin 2 dize
Bir şarkı yağmur gibi doldurabildi bi semti
Bir semti tam 14 yerinden bir adam terketti
Keşke bu kadar basit olsaydı
Keşke yalnız bunun için sevseydim seni
Keşke..
Saian - Kağır bir gemi ve Süreya'dan bir dize

"Onlar kalsın cennetlerinde,
Ben bütün günahlarıyla kendimi gökyüzüne asıp
Azad ettim bugün.”


MT - Anarşist

Soğuk


vagonlar soğuk


sınıflar soğuk


otobüs durakları soğuk


alışveriş merkezleri soğuk


pahalı sokaklar soğuk


vitrinler soğuk


istasyonlar, kaldırımlar, yollar soğuk


yoksun.

Gülüyoruz oynuyoruz ya
Hani öyle boş geçiriyoruz hayatı
öyle boş
yaşıyoruz
yemek yiyoruz falan
bi yerlere gidiyoruz
ama çok özlüyoruz
gelmeyeceğini bile bile
geçmişi
gelmeyeceğini bile bile aşklarımızı
uzaklarda bi kere alıp da unutamadığımız kokuları
kimsenin yanında hissedemediğimiz huzurunu
sıcaklığını
üşüyoruz
elimizi tutmazken
bizi düşünmediğini düşünürken
çok üşüyoruz

RocknRolla(2008)


Johnny: Piyanonun sonundaki bir paket Virginia sigarasını görüyor musun?
Pete: Evet
Johnny: Hayat ile ilgili bilmen gereken tek şey dört duvar ile çevrilmiş olmasıdır. Kişiliklerinden birinin güzelliklerin büyüsü ile baştan çıkarılmış olduğunu fark edeceksin. Kraliyet nişanı olan platin bir paket gibi. Cazibe ve servete doğru çekici bir yaklaşım. Sigaranın aslında en büyük ve en asil arkadaşın olduğuna dair bir öneri. Diğer kişiliğin ise dikkatini konunun diğer yüzüne çekmeye çalışıyor. Sıkıcı, koyu, siyah ve beyaz yazılan bu uyarı aslında bu küçük, düzenli ölüm askerlerinin, seni öldürmeye çalıştığını belirtiyor. Ve gerçek olan bu, Pete. Ve güzellik aldatıcı bir ölüm çağrısı ve ben sirenin tatlı perdesine tutkunum. Bu, bu tatlı başlar ve acı son bulur. Ve acı başlayan da güzel sonlanır. İşte bu yüzden sen ve ben uyuşturucuları seviyoruz ve ayrıca bu sebepten dolayı tabloyu geri veremem. Şimdi, lütfen, bana ateşi uzat.
Pete: Siz özel birisiniz, Bay Johnny Quid
Ne kadar çok yalnız insan var etrafta.
Mevsimlerden yaz. Okul bitmeden önce baharda yaz boş geçmesin diye sevgili olanlar vardı.
Şimdi bakıyorum, sokaklar, denizler, kumsallar, havuzlar, cafeler, yalnız yürüyen, yalnız gezen, yalnız yüzen, yalnız oturan insanlarla dolu. Ellerinde telefonlarıyla.
Bu kadar mı soğuduk birbirimizden? Uzaktan bakıp gitmek daha mı kolay geldi? Ne zaman unuttuk tutmayı birbirimizin ellerinden?
Sevin. Çünkü anlamı yok sevmediğiniz zaman.
Dedem hep der ki, Allah dünyayı Muhammed'i sevdiği için yarattı, yani dünyanın yaratılış amacı sevgi.
Amacınızdan sapmayın. Bence ibadetin en güzeli bu, sevmek.

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Saçlarım belinde adam, merhaba.
Senin adın ben de bir tutku
Benim saçlarım sadece sana sarı
Bana ait olan son yudum senin
Son nefesini de bana ver
Dizine yatayım, dur.
Ayaklarının dibinde uyumuşum
Sadık bi köpek gibi
Sen beni kafamdan sevmemişsin ama
Ellerinle beslemişsin
Elimden tutup kaldırdın beni o gece yerden
Geçmeme izin vermedin öbür tarafa
Uzandım, öptüm yanağından
Arkamda kapalı kapılar, sarıldım boynuna
Benim ellerim sadece sana dayalı
Koynumda bir boşluk var
O da sana ait
Senin gözlerinde bi damla çukur
O su da sadece bana ait olsun
İyi geceler.

2 Mayıs 2012 Çarşamba

Aşk Denizi


Bu kadar yakınken sana, ellerinden tutamamak ne kadar kötü olurdu. Ben aslında, senin şehrinde yaşlı bir zeytin ağacının yere düşen ilk meyvesi olmak isterdim. Gelip ellerine alsaydın beni, silseydin tozlarımı, atsaydın cebine. Turlasaydık senle İzmir sokaklarını.


Merhaba adam. Ben senden biraz ötede, senin de bakıp bakıp gözlerinin daldığı Ege denizini içinde saklayan Akdeniz'in Kuzey kıyılarında dünyaya geldim ve biz doğar doğmaz senle aynı denizi izledik, 11 ay arayla. Tek farkla, bende seni içimde sakladım aslında.


Turunçlar diyarında ben bi zeytin ağacının altında doğdum, beyaz mermerden bir musalla, bir mezar taşına bakarken doğdum. Sen bu sırada hangi ağaçtan yapıldığı bilinmeyen beyaz bir kapıya bakıyordun, artık yerinde olmayan ayakkabılara.


Sonra ikimiz de, çok farklı denizlere sürüklendik, aynı dar boğazı aşıp. Yine sen öbür kıyıda kaldın, ben bu kıyıda. Sen bu kıyıya gönül verdin, ben karşı kıyıya, ikimiz de bilmedik.


Dün gece çok üşüdüm ben, yanında sokulamazken koluna. Oysa sana anlatacağım turunç ağaçları, portakal bahçeleri vardı daha. Seninse gözlerinde bir Ege mavisi, bir zeytin yeşili vardı, görüyordum. Ben gözlerinden içine akabiliyordum, aynı dar boğazdan geçerek. Sen peşimden geliyordun, "balkonda bi sigara içelim" diyerek.


Biz uzandık kırmızı kanepeye. Şimdi, ne Ege vardı aklımızda, ne de Akdeniz. Gözlerim gözlerinde düşünmek vardı gözlerini. Sen ellerimden bir yudum su bekliyordun, dudakların kurumuş. Biz Ege'nin az tuzlu serin suları gibi bir gecede, Akdeniz'in yakıcı derecede tuzlu ve ılık suyu gibi birbirimize bakıyorduk o gece.


Vakti gelip de kapadığımızda gözlerimizi, yüzüyorduk sonunda ikimizde. Ne Akdeniz vardı, ne Ege. Adını bile bilmediğimiz ve sadece bize ait olan bir denizde.


İşte böyle oldu, İzmirli adamla Mersinli kızın aşk denizi.

Ege Mavisi Gözlerinde Aşk


Çarçabuk hazırlanmış kanepe üstü yatağında sağa dönmüş yatıyordu ikisi de, televizyonda oynayan kısık sesli anlamsız renkler eşliğinde. Ne kız kendisini terketmiş babasını düşünüyordu o an, ne çocuk ölen annesini. Hani insan beyni sahibine oyun oynar ya bazen, en sevdiklerinin cenazesinde kahkahalarla gülen insanlar gibi, onlar da o anda mahvolmuş, sürüklenmiş, örselenmiş yaşamları bir kenarda, kendileri dünyanın bir ucunda yanyana yatıyorlardı işte.


Sonra birden bi müzik başladı, durdu sanki zaman. Çocuk elini beline attı kızın, kız gözlerini kapadı. Belinden ona uzanan eli dışından tuttu, parmaklarını geçirdi. Öyle sıkı tuttu, sımsıkı yumarken gözlerini. Titredi kız, döndü, çocuğun sol elindeki elini sağ eliyle tuttu, kırpıştırdı gözlerini, yaklaştı, öptü. Öperken bir damla yaş düştü gözünden, öperken bi çığlık koptu içinden, çocuk da duydu onları. Aktı anlamsız yaşlar gözlerinden ama kız öpüyordu. Dün, hiç yaşanmamışcasına; bugün, hiç sevilmemişcesine; yarın ölecekmişcesine. Durdu sonra çocuk, sessiz hıçkırıklarıyla tek başına savaşan kızın yüzüne baktı, yanaklarını avuçlarının içine aldı. “Neden ağlıyorsun?” diye soraracasına baktı kızın gözlerine. Kız gözlerini yumdu yine bir saniyeliğine, durdu, dudaklarını yaladı. Gözlerinin Ege maviliğine takıldı gözleri, “Seni seviyorum” dedi, bir gözyaşı ve bir iç çekişle. Sessiz ve sakin hıçkırmaya devam etti. Çocuk aldı başını, göğsüne yasladı. Öyle bir kaç saat ağladı kız, sonra uyudu. Çocuk Ege kadar soğuk olmayan gözyaşlarını içine akıttı, ılık ılık sevdi kızı.


Sabah olmaya yaklaştı, ezan okundu, hava aydınlandı. Çocuk hala koynunda uyuyan kızın şakağına öpücük kondurdu, “Ben de seni seviyorum” diye fısıldadı. Aşk kokulu altın sarısı saçlarını geriye attı kızın, üzerini biraz daha örttü, kafasını yavaşça kızınkinin yanına bıraktı. Artık uyuyabilirdi, yüzünde ondan çalınıp yıllarca saklanmış gülümsemesiyle…